KURAL

KURAL

                                                          I   

Kasaba bugün bir başka güzeldi. Kozalaklarından çıkıp  özgürlüklerine kavuşan kelebekler gün batımının o eşsiz renk orkestrasıyla buluşunca burası sadece bir sokak olmaktan çıkar, insanoğlunun dilinden düşürmediği cennetin  ta kendisi oluverirdi. Bu eşsiz ahenge hak ettiği değeri vermek isteyen, onu onurlandırmak isteyen bir güzellik, içindeki coşkunun esaretini bitirmek istercesine dans etmeye başladı. Ona bahşedilmiş tüm uzuvlarını öyle muazzam bir harmoni içinde kullanıyordu ki ayakları sanki yerden kesilmiş, birkaç santim havadaymış gibi hissediyordu. Tam doğaya olan minnetini göstermeyi bitirecekken etrafında birdenbire kapkara bir kül fırtınası oluştu. Başındaki tacı uçmasın diye narin elleriyle sıkıca tuttu onu. Fırtına dinince içinde anlamlandıramadığı bir sıkıntı hissetmeye başladı. Yüzünde sanki bir şeyler hareket ediyordu ama eliyle yoklayınca anormal bir şey hissetmedi.  Eve dönüp doğruca odasına çıktı ve aynaya baktığında şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Alnının tam ortasında tıpkı büyük denizlerin üzerinde oluşan girdaba benzer bir nokta dönüp duruyordu. Noktanın içinde kum tanesi gibi parlayan küçük cisimler vardı. Alelacele salona geçti ve evdekilerin alnındaki izi görünce vereceği tepkiyi merak ederek gidip yanlarında oturdu. Ancak kimse alnındaki o dönen tuhaf şeyi fark etmemişti. Gece, uykusunda kendi alnından o boşluğa düştüğünü gördü ve sabah büyük bir korkuyla sıçrayarak uyandı. Okula gittiğinde ise evdekilerin aksine herkes alnına bakıyordu ancak ona şaşkınlıktan değil, tiksindiklerinden dolayı bakıyorlardı. Dillon arkadaşlarından birine neler olup bittiğini sorduğunda 13 ona ‘’kurallara aykırı davrandın’’ dedi sadece. Dillon, eve dönerken nerede yanlış yaptığını düşünüp duruyordu. Odasına çekilip tekrar aynaya baktığında ise noktanın neredeyse iki kat büyüdüğünü gördü, kaşlarının bir kısmını ve en öndeki saçlarının bir tutamını artık göremiyordu. Korkuyordu ama ailesine bundan bahsedecek olursa ona hasta muamelesi yapacaklarını çok iyi biliyordu. Bununla yaşamaya alışmaya çalışacaktı.

                                                                     II

Dillon günden güne eriyordu. Sanki alnındaki o nokta büyüdükçe vücudu daha da dirençsizleşiyordu. Hepsi o dans yüzünden miydi? Dans etmek bir insanın vücuduyla yapabileceği en kutsal eylemlerden birisidir halbuki. Bunu arkadaşlarından birine sormaya karar verdi Dillon. Ertesi sabah okula gittiğinde ise inanılmaz bir manzarayla daha karşılaştı. Okuldaki herkesin, özellikle onunla dalga geçen ve ona nefretle bakan çocukların gözleri kapkara oluvermişti. O kadar korkunç görünüyorlardı ki Dillon onlarla göz göze bile gelmek istemiyordu. Okul çıkışında 13 ona dik dik bakıp: ‘’sen bir suçlusun! Bizim kurallarımıza karşı çıktın! Defol git buradan!’’ diyerek onu iki eliyle sertçe itti. Dillon büyük bir üzüntü ve korkuyla eve gidip tekrar aynanın karşına geçti ve onu iten çocuğun dokunduğu yerlerin de ortadan kaybolduğunu gördü. Dillon artık sadece gözlerini, yanaklarını ve burnunu görebiliyordu. Yüzünün geri kalan kısmında noktanın siyahlığı ve içindeki parlak tanelerin ışıltısı görünüyordu. Yüzünde adeta kitaplarındaki uzak diyarlara benzeyen devasa bir uzay boşluğu var gibiydi. Artık tükenme noktasına geldiğini hissetmişti. O parlak tanecikler sanki vücudunun tüm enerjisini ondan alıyormuş gibi hissediyordu.

                                                                   III

Girdabın vücuduna girmesinden tam iki hafta geçmişti ki  okul yetkilisi onu bir gün odasına çağırdı. 13, Dillon’un ne yaptığını yetkiliye söylemiş ve o fırtına tozunu bilerek Dillon’a doğru püskürttüğünü söylemişti. Yetkili, bunun gerçekten olup olmadığını Dillon’a sorduğunda tüm samimiyetiyle doğru olduğunu söylemişti. Dans ettiğini itiraf eder etmez elleri de yok olmuştu aniden. ‘’Bu yaptığının bir bedeli olacak Dillon’’ diye cevap verdi yetkili. Dillon artık sabrının taştığını hissetti. Ne kuralıydı bu? Kim koyuyordu? Neden uyulmak zorundaydı? Ne zamandan beri vardı bu kural? Bu soruların hiçbirine cevap bulamıyordu. Eve döndükten sonra yorganın içine girip ağlamaya başladı. Gözlerinden yaşlar süzülür süzülmez o parlak tanelerin yatağının üstüne düştüğünü gördü. Yorganın içinde sanki bir ışık şöleni vardı. Bu o kadar hoşuna gitmeye başlamıştı ki artık gördüğü her deliğe, her kapalı yere girmeye başladı. Bunu okulda da yapabileceği uygun bir yerin olup olmadığını düşünüp duruyordu. Sonunda bunu yapabileceği bir sığınak aklına gelmişti ve yarın okula gider gitmez spor odasındaki dolabına girmeye karar vermişti.

                                                                      IV

Okul bahçesine adımını atar atmaz, yere baka baka yürümeye çalışıyordu. Çünkü bir zamanlar dost olduğu, sevgi ve saygı beslediği o insanlar artık aynı kişiler değillerdi. Hepsinin kulaklarından, ağızlarından ve gözlerinden kapkara bir sıvı akıyordu ve hepsinin kafası neredeyse iki üç kat büyümüştü. Kimseye anlatamadı bu gördüklerini, aslında herhangi bir konuda herhangi bir şeyi bile kimseyle konuşamıyordu artık. Nihayet spor dersinin saati yaklaştığında herkesten önce dolapların olduğu bölüme gitti ve tam dolabının içine girmeye çalışacaktı ki birinin ona seslendiğini fark etti;
+Hey! Ne yapıyorsun sen?
-Kim var orda?
+Karşındayım görmüyor musun?
Dillon karşısında duran tek şeyin dolap olduğunu görünce kendi kendine acı içinde gülümsedi.
-Kafayı da yediğime göre artık işim bitti.
+Aslında dışardan bakınca zeki birine benziyorsun ama sanırım değilmişsin. Pff! Etrafına bakıp durma...yaklaş biraz daha...şimdi anladın mı kimin konuştuğunu?
-Ama!....Bu....Bu....Nasıl?!
+Neden benim içimde saklanmaya çalışıyorsun? Oturacak başka bir yer bulamadın mı koca okulda?
-Sen nasıl konuşuyorsun? Sen canlı değilsin!
+Benim ağzım yok mu sanıyorsun? Bak, anahtarını soktuğun yerden konuşuyorum işte, iyice odaklanırsan görürsün.
-Madem konuşabiliyordun, daha önce neden konuşmadın benimle?
+Çünkü daha önce benim içime sığmaya çalışmamıştın. Peki söyler misin bana, neden saklanmaya çalışıyorsun?
-Yo, saklanmaya çalışmıyorum. Ben sadece ışıkları görmek istedim. Şey...Bu biraz karışık.
Dillon başından geçen tüm olayları en ince detayına kadar anlattı giysi dolabına. Her şeyi anlattıktan sonra dolaptan hiç ses çıkmayınca az önce hayal gördüğünü düşünüp tekrar dolaba girmeye çalıştı.
+ Dur! Sakın yapma! Seni uyarmam gerek. Aslında bakarsan çok cesur bir çocukmuşsun sen. Gerçi çocuk dediğin yüzü gözü belli olan bir şeydir ama senin problemin boyundan büyük görünüyor.
-Ne? Sen benim vücudumdaki noktaları ve ışık taneciklerini görebiliyor musun?
+Dolapla konuşmak bile seni bu kadar şaşırtmadı be Dillon! Tabi ki şu an neler olduğunu görebiliyorum. Bak eğer burada saklanacaksan göze alacağın riski bilmen gerekir.
-Risk mi?
+Evet, çok tehlikeli bir risk! Şimdi beni iyi dinle: Eğer benim içimde saklanırsan çıktıktan sonra ya her şey daha güzel olacak ya da daha kötü. Şu anki durumundan daha kötü bir şekilde de çıkabilirsin, seni sadece bu konuda uyarmak istedim. Şimdi ne yapmak istiyorsan onu yap.
-Peki bu neden senin elinde olan bir şey değil? Demek istediğim sen benim dolabımsın, bana aitsin ve benim için iyi şeyler yapmalısın.
+Hayır, hayır. Bu aynı şey değil. Her ne kadar içimdeki boşluk bana ait olsa da, ona hükmedemem. O her zaman benim içimdeydi ve öyle kalacak. Beni ben yapan o boşluk ve ben ona zorla bir şey yaptıramam.
-Pekala, yapmak istediğim şeyi yapacağım. Biraz kafam karıştı ama okulda da bu ışıklara ihtiyacım var artık.
Dillon tereddüt etmeden dolabın içine girdi ve sessizce ağlamaya başladı. Tekrar büyük bir renk cümbüşü oluştu etrafında. Dolap, Dillon içerdeyken hiç konuşmadı ancak Dillon’un göz yaşlarını silmesi için üst bölmedeki küçük havluyu hafifçe kafasına düşürüverdi. Nihayet Dillon rahatlamış bir şekilde dolaptan çıktı.

-Biraz daha iyi hissediyorum. Başımdaki ağrı geçti gibi, ama keşke ellerimi görebilseydim. Bunu tekrar yapacağımı bilmeni istiyorum sevgili dolabım. Buna ihtiyacım var, bunu bir süre sonra yapmayınca ışıklar beni ele geçiriyor gibi hissediyorum. Lütfen bu aramızda kals...Tabi ya, kimse içine sığmaya çalışmayacağı için aramızda kalacaktır.
Dolap ona cevap vermedi. Verdiği tek tepki kapısını kendi kendine hafifçe kapatmasıydı. Dillon’da kapıyı yerine yerleştirip kilitledi. Eve dönüş yolunda o yaz havasının mis gibi taze kokusunu içine çekiyordu. Bunu yaparken fark etmedi ama derin derin nefes alırken yüzündeki tüm ışıklar sönüverdi.

                                                                         V

Dillon sabah uyandığında kendini dolabın içinde buluverdi. Nasıl buraya gelmişti, kim onu getirmişti hatırlamıyordu. Korkuyla dolaptan çıkmaya çalıştı ancak dolap kilitliydi. Dolabı tekmelemeye başlayınca en sonunda cevap geldi;
+Dur! Canımı yakıyorsun!
-Canını yakıyormuşum! Ne işim var benim burada? Buraya nasıl geldim, neden kilitliyim burada?
+Sana söylemem gerek bir şey var Dillon. Bu dolaptan çıkmana izin vereceğim ama bir şartım olacak ve onu da yapmazsan buradan çıkamazsın.
-Ne demek çıkamam? Avazım çıktığı kadar bağırırım, birileri beni duyacaktır.
+Seni benden başka kimse duymuyor artık! Boşuna nefesini tüketme ve beni dinle. Buradan çıkmanın tek yolu vücudunun geri kalan kısmını da feda etmen Dillon. Bu dolaptan çıktıktan sonra bir daha asla kendini göremeyeceksin, kendinle vedalaşmak zorundasın.
-Hayır istemiyorum hayır! Lütfen! Lütfen! Bana yardım et ne olur, bir şeyler yapmalısın!
Dillon ne kadar yalvardıysa da hepsi boşunaydı. İnat ettikçe daha çok ağlıyor, daha çok ağladıkça yüzünde kalan son birkaç ışık tanesi canını iyice yakıyordu. Acısı dayanılmaz bir hale gelince çaresizce bu teklifi kabul etti ve dolabın kapısı açıldı. Lavaboya girerek aynaya baktı. Gördüğü şey sadece üzerinde berbat lekeler olan aynaydı. Aynanın yansıttığı her şeyi görebiliyordu ama tek bir şeyi göremiyordu. Artık o yoktu. Var olduğunu sadece kendisi biliyordu. Kalbinin atışını, göz yaşlarını, küçük ellerini, her zaman şeklinden şikayet ettiği burnunun varlığını sadece o hissediyordu. Okuldan çıkarken koridorda kimse ona bakmıyordu ve herkes normale dönmüştü. Kimse canavar gibi görünmüyordu. Tek anormal olan şey varlığının hissedilmemesiydi. Eve doğru yürürken dans ettiği sokağa geldi. Havada hiç olağandışı bir şey yoktu. Madem artık ne başkaları tarafından fark ediliyordu ne de kendini fark edebiliyordu, o zaman kaybedecek hiçbir şeyin kalmadığına karar verdi. Tıpkı o gün yaptığı gibi mükemmel bir şekilde dans etmeye başladı. Dans ettikçe küller toplandı, küller toplandıkça kendi varlığını daha çok hissetti. Kendini bulana kadar, varlığını kanıtlayana kadar dans etmeye devam etti. Sokaktan geçen insanlar gökten düşen kedi ve köpek mamalarına büyük bir hayretle bakıyordu. Nihayet Dillon var olduğunu kanıtlamıştı. Mamayı yiyen her sokak hayvanı göğe bakıp acı acı uluyordu.

                                                             SON

Yorumlar

Yorum Gönder